Archive

Archive for the ‘Kardeş Notları’ Category

Devletin Sofrasına Beyaz Tülbent Bırakmak

August 25, 2009 8 comments

Kadın: sofra ve toprak

Kadınlar ve sofralar… Devrimlerin, inkılâpların, yenilikçi adımların, idamların, anayasaların, askerlerin… Sonra paranın, aşkın ve kimsesizliğin yaşanılan topraklara göre farklılık gösterdiği bir dünyada insanı hep aynı yerinden yaralar. Hangi zamanda ve hangi coğrafyada yaşarsanız yaşayın sofrayı hep kadınlar kurar. Sofra bezinin, yaldızlı örtünün ya da eski bir gazete kâğıdının üzerine tabakları, kaşıkları, tencereleri, kepçeleri… Ekmeği, peçeteyi, tuzu, salatayı yeni bir hayat kurgularcasına ve her seferinde bir şeyleri değiştirircesine hep kadın koyar. Oysa bilir çocuklarının sofraya nazlanarak geleceğini, eşinin herhangi bir şeyi bahane edip sofra düzenini yerle bir edeceğini… Misafirin kusurlu, kayınvalidesinin ‘yavan’ bulacağını… Kadın herkesten iyi bilir, olur da yolunda gitmezse işler sofradan ilk kendisinin kovulacağını. Bu yüzden hep eğrelti oturur masada; tepsinin, sininin, sehpanın yanı başında. Sofranın huzuru için iki dizinin üstüne oturmak zorundadır. Çok yemez, çok konuşmaz, saatlerce oturup da sofra başında keyif yapmaz. Arkadaşını, annesini, komşusunu ‘bilirkişi heyetinin’ izni olmadan davet edemez sofraya. Hep zamanında pişirmelidir yemekleri ve kusursuz hazırlamalıdır sofrayı. Lokmaları uzun uzun çiğnemeli, herkesi başka türlü avutmalıdır. Sonra ağlamamalıdır sofradan kovulduğunda, hemen kalkıp toparlanmalı, elini yüzünü yıkamalı ve kafasını toparlamak için yemek kitabını açıp ertesi gün ne pişireceğine bakmalıdır. Kitap okumalı, yazı yazmalı, pencereye bakıp onu zamanla imtihan eden her şey için bir şarkı mırıldanmalıdır. Çok üstüne gitmemeli, önemsenmemelidir yaşananları. Öyle ya, kadınlar sofralarda, sofra sofra ayrılmaktadır ve tüm sosyalist, feminist söylemlerin aksine kadın sofrada evin içindeki durumunu hatırlamaktadır. Çünkü babasının evinde sofradan kovulabilendir kadın. Annesi tarafından sofralarda yalnız bırakılabilendir. Bir yaz günü uzaktaki sofralara bakıp da kendini vitrindeki tabaklara benzeten… Bir yaz günü çok beğenilip de hiçbir sofraya konulmayan vitrin tabakları gibi mahzunlaşabilendir. Gidecek hiçbir sofrası olmayandır rüzgârlar ters yönde estiğinde. Kocasının evinde sofraya çoğu kez fazlalık duygusuyla oturacağını bilendir sonra. Sonra devletin sofrasından bazen resmi bazen gayri resmi ideolojiler yüzünden kovulabilendir. Suçlu ya da suçsuz, katil ya da maktul her kadın sorumlu tutulur hayattan, topraktan, adaletten, anarşiden, huzurdan. Bu yüzden okuldan atılabilir, eğitim sofrasından nasibine düşenler bir kalem darbesiyle silinebilir, oğlunu şehit verebilir, dağa çıkan kızının önüne atasa da kendini elinden bir şey gelmeyebilir, dönüp dönüp ağlayıp da sonunda onun ardından ağlayanları göremeyecek hale gelebilir. Tüm bu söylediklerimin içinden gezip kendi mutsuzluğunu örtmek istercesine adı konulmamış masallar yazabilir. Oturamadığı sofralardan kendine pay biçebilir ya da. Kadın; sofra ve topraktır. Ondan özgürlük bahanesiyle toprağını çalanlar, onu sofradan kovmaktan da geri kalmayacaktır.
. . .

Kadın olmaya alışmak

“Henüz etek giymeye ve meclis koridorlarına alışamamıştık” diyor DTP milletvekili Aysel Tuğluk, partisinin kapatılma davasına ilişkin demeç verirken gazetecilere. Bir kadın ne zaman unutur etek giymeyi, saçını taramayı, sabah kahvaltısının ardından başını cama dayayıp dua etmeyi? DTP’liler ve diğerleri için ne zaman toprak dağ anlamına gelmiştir ve dağa çıkmak, en acımasız, en gözü kara, en soğukkanlı olmak ne zamandır önemli ve vazgeçilmez olmuştur? Hangi kutsal dava(?), hangi ideoloji, hangi ihtilaldir kadını topraktan dağa çıkartan? 1960 yılından bu yana Marksist sol yapılanma üzerinden güçlenen PKK mıdır? Önceleri etno-seküler bir dile hâkimken 90’lı yıllarda Refah Partisinin bölgedeki yükselişin ardından geleneksel ve dini değerler üzerinden senaryolar yazan terör müdür? Yıllarca birbirinden başarısız terörle mücadele stratejilerinin enkazıyla halkı baş başa bırakanlar mıdır? Partisinin tahripçi kimlik siyaseti midir? Sahi, ne olmuştur da Aysel Tuğluk kadın olduğunu unutacak kadar nefret etmiştir her şeyden? Yada madalyonu kendimize çevirdiğimizde 90’lı yıllar boyunca ana haber bültenlerini kabusa çeviren OHAL(Olağan Üstü Hal) gereğince açılan asit çukurları, sistemin altından parça parça tuğla çalan JİTEM ve zorunlu göç politikaları bu kadar mı basittir? Bu ülkede yapılmış her askeri darbenin ardından “İhtilal planları yapılırken her meslek grubundan birilerine danışılır ama sosyologlar olay seyrinin dışında tutulur” diye övünenler boşaltılan köylerden büyük şehirlere gelen insanların kadınlığını, insanlığını unutacak kadar nefret dolabileceğini neden hiç hesaba katmamıştır? Neden Başbakan üst kimlik kavramını ortaya atıp barış için adım atmaya hazır olduklarını gösterirken, 29 Mart seçimlerinde doğu ve güneydoğu illerindeki başarısızlığıyla “Kürt meselesiyle fazla uğraşmaması” konusunda adeta bir uyarı almıştır? Daha da önemlisi neden DTP’li bayan vekiller saçlarına fön çektirme, etek giyme, makyaj yapma konusunda bu kadar çekingen davranmaktadır? Sahi onları, karargâh evlerinde kalan üniversite öğrencisi kızları ve dağda çocuk gönderen anneleri ‘kadın olmak’, ‘kadın olduğunu hatırlamak’ neden bu kadar korkutmaktadır? Yoksa sahiden de yıllardır anlatıldığı gibi “Kadın eli, kadın gönlü” terörün, savaşın, katliamın, ağıtın bitmesi için bu topraklar kadar dünyanın da son şansı mıdır? Sofraları terk eden kadınların, sofralardan def edilen kadınların o sofralara şöyle bir göz ucuyla bakması kaç can kurtarmaktadır? Tuğluk ve diğerlerinin yalnızca kadın olmanın bilinciyle bizimle aynı model etekleri giymesi, kendisini bize yakın hissetmesini sağlayacak mıdır? Tüm kadınlar ne zaman aynı sofrada yan yana güle oynaya bereketli bir yemeğin tadına ne zaman bakacaktır?
. . .

Sofralara beyaz tülbentle oturmak

Dağa çıkanlar, başkaları kadar kendilerini de yakıp kavuran bir rüzgarın peşinden giderken yani 80’lerden bu yana kurulmuş tüm T.C. hükümetleri terör konusunda ikmale kalırken… Şehitlerin isimleri alt yazıda sırayla geçerken televizyon ekranlarında; her seferinde komutanların, paşaların eline sarılan şehit babalarının kameralar gittikten sonra attıkları feryat bir sokak yukardan bizim evlerimizi inletecek kadar kulaklarımızda yankılanırken… Yani parasızlıktan ve kimsesizlikten ‘karargâh evlerine’ yerleştirilirken güneydoğulu genç kızlar… Başarılıysa Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin, başarısızsa karargâh evlerinin yönlendirmeleriyle birey olmayı, vatandaş olmayı ve kendine bir ‘öteki’ seçmeyi, ona kin ve nefret duymayı öğrenirken… Sonra hepimizin annesinin, anneannesinin en az bir komşusu Kürtken… Hani otobüste elimizdeki paketler yere düştüğü için yer veren çocuk aslında duruşu ve şivesiyle çok da benzerken onlara… Hastanede oradan oraya dolaşan ve Türkçe bilmediği için yanlış teşhis konulan kadını görünce içimiz acırken… Burada her şeyi önüne sunduğumuz çocuklarımızın bunalımıyla uğraşırken biz, orada traktörlerin arkasına doluşup mevsimlik işçi olarak yola çıkıyorsa birkaç çocuk… Hani gençlerin parasızlıktan, eğitimsizlikten, yanlış eğilimler yüzünden dağa çıktığı gerçeğini söyleyenler hep susturuluyorsa… Ekranların eskittiği kadın yüzlerinden birisi olan Rojin hem klasik, hem arabesk, hem pop, hem yabancı müzikten anlayan; mükemmel kadın, süper başarılı kız, imkânsızı başaran dahi rolüyle terör olaylarının arttığı zamanlarda ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyorsa… Onun uzun saçlarıyla ve üç kat fondötenle saklayamadığı hüzün, “Bu örgüt hepimizin hayatını mahvetti işte” hallerini gizlemeye yetmiyorsa… Yine de en önemlisi DTP’li bayan vekiller diz hizasında etekleri ve hafif topuklu ayakkabılarıyla yaşanmış onca şeyin ardından da olsa kadın olduğunu hatırladıysa, kadın olmaya alışmaya başladıysa… Devletin sofrasından kovulduğunu düşenler kadınlar, o sofraya göz ucuyla bakmaya başladıysa… Sonra hükümet Kürt açılımına dair umut verici adımlar attıysa… Kürt çalıştayının ikinci aşamasından da güzel haberler geliyorsa… Çatışmalarda hayatını kaybeden bir teröristin ve bir şehidin annesi yan yana gelebiliyorsa… Ve üstelik başlarındaki beyaz tülbentten ayaklarındaki çoraba gelenek, görenek, görgü bakımından bu iki kadın fazlasıyla benzerlik gösteriyorsa… Aslında ikisi de terör örgütünün elinden alamadıysa oğlunu… Benzer yaraları varsa ve benzer yaraları görmek acının sıcaklığını azaltırsa… On binlerce teröristin dağdan inmesi belki de milyonlarca insanın güvenli yaşaması anlamına geldiği için bu kadar önemliyse… Yani iyi bir şeyler oluyorsa dünya üzerinde; umuda, geleceğe, mutluluğa dair… Bunun yolu bu gün de olduğu gibi şu ya da bu sebeple, haklı ya da haksız devletin sofrasından çekilenlerin, sofrayı terk edenlerin usul usul sofraya yaklaşmasına, çorbaya elini uzatmasına ve eksik bir şey varsa mutfaktan masaya taşımasına bağlıdır… Belki de kuralıdır hayatın… Sofralardan ne kadar kovulsa, ne kadar küsse de sofralara yine de geçmişi bir kenara bırakıp sofraya ilk koşan olmalıdır kadın. Çünkü o sofra kurarsa durulacaktır sular… Sofralar kuruldukça insanlar birbirini görecek, birbiriyle yaşamayı öğrenecek, birbirinin kalbine bakıp ‘ortak bir söylem’ geliştirebilecektir. Her şeyden önemlisi devletinin sofrasına çağrıldığında gelen, barış için yanında beyaz tülbent getiren, “Bil ki kalbimin sağ köşesinde bir acı var” diye söze başlayan kadınlar oldukça dönecektir dünya.

En kıymetli ayda, bu ülkenin, bu toprakların ve Allah’ın sofrasında beyaz tülbentlerle anılmak duasıyla…

Turuncu Dergisi Ağustos 2009
Gündeme Kadın Yorumları

Gönderen: Ümmügülsüm TAT

Categories: Kardeş Notları

Bir Davet Anadolu’mdan – Kardeş Notları

June 7, 2009 Leave a comment

Gönderen: Yaşar Tekeli

Bir Davet Anadolu’mdan

Bir hengâme daha bitti, âlâ-yı valâ ile
Yorgan gitti ya birilerine, bir yerlere
Kuzu postuna büründü sırtlanlar
Kavga kalmış seçim meydanlarında
Şimdi gülüm kuzum zamanı.
Koltuk ışıl ışıl taht gibi mübarek
Ah bir zıplatsalar oraya…
Görürler dini imanı(!)
Geç bunu yiğidim geç!
Senin kavgan yeni başlıyor
Varlık ve beka vadisinde
Şimdi silkime vakti
Şimdi diriliş
Hele bir davransın Edibali
Hele bir alsın demir çarığı,
Demir asayı ele
Başlasın bir kez daha
YENİDEN MİLLİ MÜCADELE!

Anadolu’m aç, gerçeğin sesine
Düşmüş, ne bilsin bir zalim pençesine
Çarpmakta sağa sola başını.
Unutturduk o kutlu sesi
Yirmi yıl öncesinden gelmişti ya hani?

Şimdi gün o gündür, sıra bizde
Ama önce Edibali’m, en önümüzde
Sıra sıra, saf saf dostlar
Eski yeni gönül erleri…
Hepsi heyecanla yeni bir davet bekler.
Dursun artık anlamsız didişmeler,
Dursun şeytanın nefsle ittifakı!
Öyle de ölüm var madem böyle de
Şimdi kurmalı köprüleri bir bir
Önce eski canlara, cananlara
Çağrı yapılsa yeridir.

Bırak kapışsın birileri Ankara’da
Köhne düzenin son mirasını.
Bizdedir reçetesi, bizimle tedavisi.
Biz kurarız ancak devletin en hasını

Ama önce dostlar, o yiğitler önce
Ulaşmalı her birine tek tek
Coşmalı yürekler eski günlerdeki gibi.
Ve bir ses Ankara’dan
İlk meclisin coşkusuyla tüm Anadolu’ma
Gel artık Edibali’m GEL !
Gönlüm basmak ister
SENİ BAĞRIMA.

Bu şiiri Ağustos 96’da yazdım ve o zamanki Bayrak dergisine de, Çınar’a da gönderdim. İnanıyordum ki içine düştüğümüz parçalanmışlıktan yine bu şekilde çıkabilirdik.

Bu bir davetti aynı zamanda.

Yerine ulaşmadığı ya da kayda değer görülmediği (!) bugüne bakınca çok güzel anlaşılıyor.

Aşağıda da bir haber.

Okuyun ve düşünün sevgili mücadeleciler.

Yorum yazacaklar da mücadeleci kimliğine, zarafetine gölge düşürmeden ve isimlerini de gizlemeden yazarlarsa sanırım hayra vesile bir fikir jimnastiği yaparız.

Saygılarımla.

Yaşar Tekeli

“Yerel seçim hazırlıklarını sürdüren MHP’de 81 il başkanı Ankara’da toplandı. Basına kapalı olarak yerel seçimleri konuştu, strateji belirledi. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin toplantıda yaptığı konuşmada yerel seçimle ilgili olarak il başkanlarına talimatlarını ilettiği ve AKP’nin alternatifi olarak, kendilerini anamuhalefet partiliğine taşıyacak bir sonuç istediği öğrenildi. Bahçeli, konuşmasının önemli bir bölümünü de MHP’nin 40’ıncı yılına ayırdı. Bahçeli, aradan geçen 40 yılda MHP’ye emeği geçmiş, teşkilatlarda görev almış ancak bugün aktif görevde olmayan kim varsa Genel Merkez’e bildirilmesini istedi. Bu kişilerin kimlik ve adres bilgilerini isteyen Bahçeli, hayatta olmayanların da yakınlarının bilgilerine ulaşılması talimatını verdi. Bu kişilere vefa gösterilmesini isteyen Bahçeli, “Gerginlikten uzak durun” talimatını da yineledi.”

Sabah 11 ocak 2009

Categories: Kardeş Notları

Mazi – Kardeş Notları

June 3, 2009 6 comments

Geçenlerde kapıma iki genç geldi. Bana “Türk Solu” isimli dergiyi ve “Mücadele Birliği” adını verdikleri “Ulusal Bağımsızlık Örgütlenmelerini” anlattılar.

30 yıl kadar öncesini hatırladım.

İkişer kişilik gruplar, halkın arasına dağılır, “Mesele anlatır” lardı. “Yeniden Milli Mücadele Mecmuası” na abone yaparlardı. Onbeş yaşındaydım. “İki günü aynı olan ziyandadır” sözü gereği hergün yeni bir takım insanlara “Mesele Anlatmak”! Koskoca Türkiye ve yaklaşık 45 milyon insan! Ve o insanların gözlerinin içine bakarak anlatıyorsun: “Milletim UYAN!” diyorsun!

“Askeri alanda ZAFERE ulaştığın Milli Mücadele Hareketi, Kültürel, ekonomik ve Siyasal alanda tam bir egemenlik sağlayıncaya kadar, “Yeniden Milli Mücadele” kaçınılmazdır” diyorsun. “Milli Mücadelemizin temel ilkeleri….” diyorsun.

“Aferin delikanlı, seninleyiz” diyorlar veya “-Benim adıma oy verdiğim X parti mücadele eder, oyumu verdim mi iş biter” diyorlar. “Boşver evladım sen okulunu bitir, memuriyetine bak, sana mı kalmış bunları düşünmek” diyorlar.”Parafinli yağ satılıyor, portakallara cıva şırınga edilerek ihracatımız baltalanıyor, üretmeyen, ihracat yapmayan ekonomi batmaya mahkumdur, hep borç alarak ekonomi yönetilmez, BORÇ ALAN BUYRUK ALIR!”diyorsun.

“Abartma delikanlı” diyorlar. “Bir avuç genç olarak siz mi bunlara çare olacaksınız?” diyorlar.

“Üzülme, mahsun da olma, sana düşen ancak tebliğdir. Tebliğ ettik mi?
ALLAH’IM ŞAHİT OL! ALLAH’IM ŞAHİT OL! ALLAH’IM ŞAHİT OL!”

Mevzi başarıların parlaklığı ile gözleri kamaşanlar! Bugün neredeyiz? Türkiye nerede? Daha mı özgürüz? Daha mı egemeniz? Komşumuz sözümüzü dinlemiyor! Hanelerde yetim feryadı yürekleri dağlıyor!

Bulgur kuyruklarında ezilenler!.. Bankalarımızın %60′ ı yabancıya satıldı. Kapitülasyonlar neydi? Bugün yaşananlar ne? 2003 temmuz ayından bu yana kaç m2 toprağımız yabancıya satıldı? TMO’ nden aldığımız pirinç neden Tayland malı? Bizim çiftçimiz neden gerektiği kadar ekemiyor? AB’ nin pamuk tarlası olmaktan öte hangi sanayi tesisimizin ürettiğini dünyaya satabiliyoruz. Yerli ekonominin tek lokomotifi olan İnşaat sektöründe neden bütün ana makina ekipmanı hala Alman, İtalyan, Fransız, Çin, Kore, Japon malı? Hala gerekli kapasitede bir iş makinası neden yapamıyoruz? Neden yerli beton makinası üreticisi olan bütün firmalar vergi, döviz ve yabancı tekelci firmaların yerli işbirlikçilerinin şantaj ve tehditleri altında?
Ekonomimiz güçlü mü? Bağımsız mı? Yoksa EKONOMİK BİR MİLLİ MÜCADELE ŞART DEĞİL Mİ?
Irak sınırımız kevgire döndü. 14 evladımız, kardeşimiz bayramda şehit oldu.

DIŞ POLİTİKADA MİLLİ MÜCADELE RUHU ŞART DEĞİL Mİ?(1938 YILINDA BÜTÜN SINIR KOMŞULARIMIZ VE BÖLGE ÜLKELERİ İLE DOSTLUK VE SALDIRMAZLIK ANLAŞMALARIMIZ VE PAKTLARIMIZ VARDI. ŞİMDİ HANGİSİ İLE VAR?)

Anadolu boşalıyor, büyük şehirlere yerleşiyoruz. Bizi biz yapan değerler(Küçüğünü koruma, büyüğünü sayma, dürüstlük, komşu hakkı, ana-baba hakkı, imece vb.) nereye kayboluyor? Bayramda karşı komşusu ile bayramlaşan kaç kişi var? SMS’ ler sağolsun.
Bir mübarek miras hırsla talan ediliyor. Halkın yardımlaşma umudu fenerler sönüyor. Kimsede tepki yok.(Belki herkes payını bekliyor). Kendi çıkınını doldurmak ve köşeyi dönmek(ne bahasına olursa olsun) hemen herkesin birinci hedefi olmuş.

“FETİH TOPLUMU DEĞERLERİ EĞER BİZE DE HÜKMEDECEKSE, O ZAMAN KURTULUŞ VE FETİH ÇOK YAKINDIR!” AYKUT EDİBALİ.

NEDİR O FETİH TOPLUMU DEĞERLERİ?

“EY KOMŞUSU AÇKEN TOK YATANLAR!”

HUZUREVLERİ NEDEN DOLU?
YETİMHANELERİN ADRESLERİNİ KİMLER BİLİYOR?

İŞVERENLERDEN KAÇI ÇALIŞANININ HAKKINI ALNININ TERİ KURUMADAN ÖDÜYOR? ÖDENEN MAAŞLAR İLE VERGİ VE SİGORTA MATRAHLARI NEDEN ÇOK FARKLI? DEVLET HASTANELERİNDE NEDEN HASTA ÖLDÜKTEN SONRA AMELİYAT SIRASI GELİYOR?(PARASI OLANLAR İÇİN SIRA YOK)

Yeniden Milli Mücadele neden gençlik arasında, üniversitelerde örgütlü değil? Neden bu kadar oy alıyor?

PEKİ SEN NE YAPIYORSUN?

Arkadaş;

DAVA, MİLLETİN VARLIK VE BEKA DAVASI!

Sen bunun neresindesin?
Ahde vefayı bilir misin?
Sen başka yerde bu konuda neyi başardın?
Hacca giden karınca olabildin mi?

“MİLLETLER KENDİ BAĞIMSIZLIK VE KADERLERİNİ BAŞKA MİLLETLERİN KORUMASINA BIRAKAMAZLAR!”

SEN NEREDESİN?

Categories: Kardeş Notları

Allah Razı Olsun – Notlar

November 8, 2008 5 comments

S.A.
Merhaba,
Eski gunleri tekrardan yad edip, beni aglattiniz.
Allah sizden razi olsun.

“Zamaninda, ” deyip, kendimi anlatmayacagim.

Sunu biliyorum ki, Mucadele surekli ve kesisiz olmalidir.

Uhud’da peygamberimiz yaralanip, oldugu haberi cikinca, bir gurup musluman, -Muhammed (S.A.) oldu , dava bitti. deyip kacmaya baslamisken, diger bir gurupta ” Muhammed (S.A.) olduyse Allahin davasi baki dir!. ” diyerek savasa devam etmislerdir.
Biz de Mucadele Birligi hareketi yasandi ve bitti. diyen Agabeyimiz gibi geri cekildik.

Zayif iman gosterdik.. (Allah bizi affetsin!.)

Demekki imani kamil degilmisiz!.

Ama, diyorum. yinede toplumun parmakla gosterilen fertlerini yetistiren okul, Mucadele Birligidir.

Allah, Agabeylerimizden razi olsun.

Sunu boyle yapmistik, bunu boyle yapmistik, demek icin ancak mezara girmek gerekir.

Allah bizlere tekrar o kutlu hareketin icine katilmayi nasib etsin. (Amin.)

D.A.

Categories: Kardeş Notları

Bir Medeniyet İnşasıdır Bu – NOTLAR

October 17, 2008 26 comments

Unutmayanlar unutanlara hatırlatsın!
Aykut EDİBALİ

LİDERLİK VE VİZYON
Büyük liderlerin,mega liderlerin,bilge liderlerin;büyüklüğü,mega liderliği ve bilgelikleri ortaya koydukları VİZYONLARI ile anlaşılır. vizyonu ve misyonu olmayan bir kimsenin liderliğinden söz edilemeyeceği gibi;ortaya konan vizyon ve misyon da liderin çapını belirler.

“HEDEFİMİZ MUHTEŞEM TÜRKİYEDİR.”

“Türk’ün mührünü,inancının mührünü,menfaatinin mührünü Türkiye’ye, Ortadoğuya, yeryüzüne ve çağa vurmaya hazır ve kararlı olduğunuzu ilan ediyor,ispat ediyorsunuz.”

“Davamız Türk Milleti’nin varlık ve beka davasıdır.”

“21. asırda inşallah büyük Türk İslam Medeniyetinin yeniden uyanışını bu millet görecektir. MİLLET o zaman bütün cihana,yeni medeniyetin ufuklarını gösterecektir. İnsanlığa olan görevini yapacaktır. İnsanlığa hayır için medeniyet için, fazilet için, erdem için, onun kanayan yaralarını; ahlaksızlık, adaletsizlik yaralarını, uyuşturucu ve alkolle mahvolmuş bedenini sıhhate kavuşturabilmek için, yeryüzündeki insan şeklindeki canavarlaşmış insanlara insanlığı hatırlatmak için, O İLAHİ MİSYONU yerine getirebilmek için,sırf Allah rızası için, onlara yardıma koşacaktır. Müslüman olsun olmasın. Müslüman Hiristiyan fark etmez bütün insanlara kucak açacak, onların dertlerine bütün bir geçmişimiz gibi yaralarını sarmaya koşacaktır.

İşte cihangir bir medeniyetin, MİLLET’in inşallah doğuşunu göreceğiz.
İŞTE BİZİM RÜYAMIZ BU MUTLU MÜBAREK DUADIR.

Bu rüyanın çok büyük olduğunu ve siyaseti aşan bir şey olduğunu söyleyebilirler. Bizim profesyonel siyasetle hiçbir ilişkimiz yoktur. Siyasetin gündelik kalıplarıyla da alakamız yoktur.

BİZİM DAVAMIZ BİR MİLLETİN YENİDEN UYANDIRILMASIDIR.”
(Aykut EDİBALİ,Bayrak Dergisi,Sayı 1154, Sayfa 12)

İşte size vizyon, işte büyük liderlik, mega liderlik, bilge liderlik.

“BAŞARI: SABIRLA YOĞRULAN BİR GAYRETİN SONUCUDUR”

SABIR VE ZAFER 1
MİLLİ MÜCADELE ATATÜRK VE SAKARYA

Mustafa Kemal Atatürk,düşman ordularının ta Ankara yakınlarına,Polatlı’ya kadar dayanmasına, Ankara’da göç katarlarının yola dizilmesine rağmen O, hala büyük bir sabırla büyük güne hazırlanıyordu.Gece sabahlara karar gaz lambasının altında Peygamberimizin savaş planlarını inceliyordu.Ankara’da Atatürk’e Başkomutanlık görevinin tekrar verilmeyeceği tartışılıyor fakat O,yine sabırla,azimle gece-gündüz Sakarya’nın hazırlıklarını yürütüyordu.

“Sakarya’da mübarek ve muhteşem bir iş başarmıştır atalarımız.Sakarya, Mohaç gibi, Ganije gibi, İstahbul’un fethi gibi ve diğer büyük fetihler gibi mübarek ve muhteşem bir başlangıçtır. SAKARYA’DA BAŞLAYAN BÜYÜK TÜRK “MED”DİNİ CİHAN ÇAPINDA BİR YÜKSELİŞ VE YÜCELİŞE ULAŞTIRACAĞIZ. Sakarya’nın bütün maddi ve manevi mirasını gözümüz gibi koruyacağız.” Aykut EBİBALİ

SABIR VE ZAFER 2
ASIRLARCA İZLERİ SİLİNMEYECEK BİR ZAFER

Bir büyük deniz savaşında Kaptan-ı Derya amiralleriyle, leventleriyle denize açılır. Ancak haftalarca, aylarca o koy senin, bu liman benim gemilerini devamlı yer değiştirerek saklamaktadır. Leventler komutanlarını çok sevmektedir; ancak düşmanla bir türlü karşılaşmayıp haftalarca, aylarca yer değiştirip saklanmalarına, adeta kaçmalarına da bir anlam verememekte ve sabırsızlanmaktadırlar. Haftalar geçtikçe isyan etmeye komutanlarını korkaklıkla suçlamaya,komutanlarının en yakın danışmanlarının komutanlarını pasifize ettiğine dair söylentileri yaymaya başlarlar. Allah’a verecek bir canımız var.Çıkalım düşman karşısına der leventler. Haftalar ilerledikçe kimi leventler donanmadan ayrılırlar. Ummanın uçsuz bucaksız derinliklerinde kaybolup giderler.Helak olurlar.

Vakit tamam olur bir Perşembe akşamı Başkomutan, tüm amirallerini,leventlerini toplar ve onlara:”Beklenen gün gelmiştir. Herkes hazırlığını yapsın,abdestini alsın yarın tan ağarmasıyla birlikte harekete geçeceğiz.” der.

Güçlü düşman karşısında asırlarca izleri silinmeyecek bir zafer kazanılır.

“Öyleyse,evet öyleyse,istikbalin kurtarıcı organizasyonu dış aksiyonun olanca açıklık,kesinlik ve en katı şaşmaz formüllerle ortaya koyan,ama bütün azalarını Türk insanının kurtuluş umudu,sevgisi ve saygısını taşımaya, dünyamızın bütün kaderini,yalnızlığını ve elemini çekecek bir gönül zenginliğine kavuşmaya çağırır.Halk içinde halka hizmet ederken gönlünü O yüceler yücesinin sevgisi ile doyurmağa,zenginleştirmeğe,yücelmeğe,derinleşmeğe çağırır.Taşlaşmış dış aksiyonun içinde dile gelmez iç aksiyonun,iç deneyin birleşmesi.

Türkiye insanının,Türkiye toplumunun kurtuluşu böyle bir öncülüğü gerektiriyor. Bu olur mu,olabilir mi? Bunun cevabı verilemez. Tarihin büyüklü küçüklü medeniyet tırmanışları hala bir sır.Parçalanmaz,bölünmez ayrılmaz kesintisiz tarih akışı hesaba,kantara,endazeye vurulmaz. Hele bizim yaşadığımız geçiş dönemlerinde.

Bütün sorular burada düğümleniyor. Türkiye insanı için, Türkiye toplumu için kimler kendinde baş döndürücü bir inkılap geçirebilir? Kimler bu başkalaşımı yapabilir.?” (Aykut EDİBALİ, Yeniden Milli Mücadele,Yıl:1974,Sayı:209)

SABIR VE ZAFER 3
SÜLEYMANİYE’NİN İNŞASI VE MİMAR SİNAN

Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman dünya durdukça yaşayacak, depremlerden, bombalardan etkilenmeyecek bir cami yaptırmak ister. Bu amaçla Süleymaniye Camii’nin inşa görevi büyük mimar Osmanlı’nın Mimarbaşı Mimar Sinan’a verilir. Sinan asırlarca yaşayacak bu caminin temellerini atar ve temeller üzerinde tam 6 yıl boyu çalışır. Bütün dünya ayağa kalkmıştır. Muhteşem Süleyman bir camiyi bile yapmaktan acizdir. Caminin inşaatını başlatamamaktadır, Osmanlı acizdir söylentileri yayılmaya başlar. Birçok dünya ülkesi gönderdikleri elçileri vasıtasıyla paha biçilmez mücevher ve altın gönderirler cami inşaatına başlansın diye. Ama Mimar Sinan hala temeller üzerinde çalışmaktadır. Sabah inşaata gider ölçer biçer, akşam eve döner sabahlara kadar düşünür, hesaplar yapar, tekrar düşünür deneyler yapar, yaptırır ama bir türlü inşaatı başlatmaz.

Dünya’nın da yoğun baskısı üzerine Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimarbaşı Sinan’ın kellesini alacağı,onu idam ettireceği yolunda şayialar yayılır.Buna rağmen Mimar Sinan’ı kimse yolundan döndüremez. O, üç yıl geçiyor,dört yıl geçiyor beş yıl geçiyor ve hala temellerle uğraşıyor. Taş üstüne taş koymuyor. Sultan bizzat huzura çağırır görüşür Mimarbaşı ile ama yine de o temellerle uğraşır. Tam altı yıl sürer bu temel çalışması.

“Günübirlik işler çiçekler gibidir. Baharda açarlar; kimileri üç günde,beş günde,kimileri bir haftada, bir ayda solar,kaybolur giderler Ama bizim yaptığımız işler Ulu Çınarlar gibidir. Çınarların kökleri dal budak salar yerin derinliklerine. Onları söküp atamazsınız.”
Aykut EDİBALİ

Evet Süleymaniye’nin inşasından söz ediyorduk.Nihayet uzun beklemeler, deneyler, uykusuz geceler, araştırmalar, gel-gitlerden sonra temeller oturtulur; inşaata başlanır. Ve inşaat 1,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanır. Yabancı ülkelerin gönderdiği paha biçilmez mücevher ve altınlar da harca karıştırılarak inşaatta kullanılır. Artık, asırlarca yaşayacak Muhteşem Süleyman’a,Muhteşem Türk Milletine layık Muhteşem Süleymaniye bütün görkemiyle, zerafetiyle, akustik düzeniyle karşımızdadır.

Şimdi bir cami inşası için bu kadar bekleniyorsa bu kadar titiz davranılıyorsa; Türk’ün mührünü, inancının mührünü,menfaatinin mührünü kanatları cihanı kaplayan, Kitabı ve hilali kucaklayan çift başlı beyaz kartal ile; Muhteşem Türkiye gibi,Türk Medeniyetinin,İslam Rönesansı’nın gerçekleştirilmesi gibi,muhteşem bir rüya,bir plan,bir vizyon, Bir “Kızıl Elma” iki cihanı aydınlatacak bir ideal elbette ciddi bir çalışma gerektirir.Bunu da ancak Bilge Liderler gerçekleştirebilir.Ve bilge liderleri da ancak bilge liderler anlayabilir.

“SIRADAN ADAMLA,ALELADE ADAMLA LİDER VE LİDERLER TOPLULUĞUNUN FARKI; LİDER KRİZ ANINDA ORTAYA ÇIKAR VE HERKESİN DENİZE DÜŞERKEN YILANA SARILDIĞI BİR DÖNEMDE,İŞTE KURTULUŞ BUDUR.DER İNSANI KAMİLLER ÇIKAR ORTAYA. SİZE DÜŞEN BU LİDERLİKTİR.” (Aykut EDİBALİ 23 Mart 2002 Ankara Hacı Baba)

İSLAM RÖNESANSI

Muhteşem Türkiye vizyonu şüphesiz Türk İslam Medeniyetinin yeniden uyandırılması ve hayatın her alanında inşası ile mümkündür.Yani mesele temelde bir medeniyeti uyandırmak ve yeniden hayatın her alanında inşa etmektir. Dava,çağdaş dünyanın Müslüman Türk Milleti’nin ve insanlığın önüne koyduğu problemlere; milli,İslami ve insani çözümleri koymaktır.Mesele,Kendi kültür ve medeniyetimizin temelleri üzerinde çağı yorumlamaktır. Mesele,Akif’in deyimiyle “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.” meselesidir.Dava, Türk Kültür ve Medeniyeti Rönesansını, İslam Rönesansını gerçekleştirmektir.

Bir medeniyetin inşası için ise Yüce Kur’an üç temel esas üzerinde durur. Aykut EDİBALİ Kur’an’ın Aksiyon Öğretisi kitabının 397 ve 398. sayfalarında bunu şöyle ortaya koymaktadır:

“AMEL-İ SALİHİN KAPSAMI

Şimdi Rabbinden sana indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse,kör olan bir kimse gibi olur mu?Fakat bunu ancak üstün akıllı ve temiz vicdanlı kimseler idrak eder.”

“Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar.”

“Ve onlar ki,Allah’ın riayet edilmesini emrettiği şeye riayet ederler ve Rablerine saygı gösterirler ve hesabın kötülüğünden korkarlar.”

“Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler.İşte bunlar, bu hayatın akıbeti kendilerinin olacak olanlardır.”

“Adn cennetlerine girecekler,atalarından,eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanlarla birlikte olacaklar.Melekler de her kapıdan yanlarına girip şöyle diyecekler:

‘Sabrettiğiniz için Size selam olsun. Ahiret yurdu ne güzeldir!’
‘Allah’ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler var ya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.’

‘Onlar iman etmiş ve kalpleri Allah’ın zikriyle yatışmış olanlardır.Evet iyi bilin ki, kalpler Allah’ın zikri ile yatışır.’

‘Onlar ki, iman etmişler ve Salih ameller işlemişlerdir.Ne mutlu onlara,varacakları yer de ne güzeldir!’ Kur’an-ı Kerim 13/19-29

“BİR MEDENİYETİN İNŞASI İÇİN ÜÇ TEMEL

1. Bu ayette Salih amellerin kapsamını anlamak imkanını buluyoruz.İnsanoğlunun ahit ve antlaşmalarını görüyoruz. Birincisi Allah’ın antlaşması,ahdi.İkincisi insanın mahlükla, özellikle insanlarla sözleşmesi.

Allah bu ayetlerde; insanoğlunun kendisiyle yaptığı sözleşmeye sadık kalmasını, edimlerini yerine getirmesini istiyor. Aynı şekilde dünyada insanlarla yaptığı antlaşmalara uymasını,onları asla bozmamasını tavsiye ediyor.Bu gerçeğin devamı şeklinde,Allah’ın riayet edilmesini emrettiği riayetlere saygıdır Allah saygısı ve kötü hesaptan korku.

Allah’ın ahdine riayet, sözleşmelere riayet 25 ayette Allah’ın yasakladığı çirkinlikleri okuyunca daha çok anlaşılıyor. Allah, Allah’ın misakını bozanları, Allah’ın birleştirmesini emrettiği bağlantıları koparanları ve yeryüzünü ıslah edildikten sonra fesada verenleri lanetliyor.Bu ayet ile bir üstün medeniyet nizamının temellerini oluşturan sözleşme düzenini,hukuk düzenini buluyoruz.Birincisi Allah’ın ahdidir. İnsanoğlunun Allah’a karşı görevlerini ve haklı beklentilerini, Allah-ü Teala’nın vaadlerinden oluşan bir ahit sistemi.

2.İkincisi insanoğlunun insanlarla ilişkisini düzenleyen bir sözleşme düzeni.

3.Üçüncüsü cansız tabiattan başlayarak tüm canlılara karşı mükellefiyetlerinden doğan bir düzen. İnsanoğlu dünyanın ve tabiatın ve canlılar aleminin fıtratlarına uygun olarak yaşamlarını teminat altına almakla sorumludur.İşte bunlar Allah’ın korumasını emrettiği değerler bütünüdür.Böylece bu ayette mümin:

1.Allah’ın ahdine uymak,

2.İnsanların tümü ile bir sözleşmeler düzeni kurmak ve yaşatmak,

3.Cansız tabiat ve canlı alemle Allah’ın emir buyurduğu riayeti gözetmek görevini almış bulunuyor.

İşte böylece Amel-i Salih kapsamı içindeki temel görev ortaya çıkmış bulunuyor. Ezelde tesis edilmiş bulunan Allah’ın ahdine tam riayet.İnsanlarla ilişkisini rızaya dayanan sözleşmelere dayandırmak ve sözleşmelere tam saygı.Cansız madde ve canlılar aleminde Allah’ın riayet edilmesini emir buyurduğu haklara saygı,riayet.Sadece bu ayetle bile insanlığın aradığı yeni medeniyetin esaslarını vermektedir.Cansız maddeyi,canlılar alemini de içine alan haklar ve görevler düzeni,insanlar arası ilişkileri de düzenledikten sonra Rabbın huzuruna çıkıyor,Allah’a ezelde verilmiş söz yerine getiriliyor. Kaybedilen cennet bulunuyor.

Allah’ın, insanların, canlıların ve cansız dünyanın haklarını teminat altına alan bir medeniyet inşası insan eylemlerinin baş hedefi oluyor! Bu hukuk düzeninin düşmanları ise Allah’ın ahdini bozanlar,Allah’ın birleştirmesini emrettiği bağları koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlardır.”

“Sizlere sunduğum bir altın antlaşma, ahitleşme var. ALTIN ANTLAŞMA VE AHİTLEŞME.” (Aykut EDİBALİ, 23 Mart 2002,Ankara, Hacı Baba)

Zaman zaman unutuyoruz efendim.

“UNUTMAYANLAR UNUTANLARA HATIRLATSIN!”
(Aykut EDİBALİ,2004 Kıbrıs.)

Mehmet Mutluoğlu

UMMADIK

September 29, 2008 11 comments

Ummadık zerre ikbal ; milletin kavgasından

Kan dondu yüreklerde bir kıvılcım ummadık.

Dünyamız şekillendi yükselmek hülyasından,

Çileyi zevk edindik bir tebessüm ummadık !

Olmadı hiç arzumuz mevki, makam ve şandan;

Göğsümüzde iz yoktu, hak olmayan nişandan,

Şükür ki nasipliydik, bir kutsi heyecandan

Davayı meşk edindik, bir iltifat ummadık !

Gördük büyük çatlağı düzenin temelinde

Gömlek gövdemize dar; mühür iblis elinde.

Beden küçük, kalp büyük; hep zafer emelinde

Yürüdük yorulmadan bir menfaat ummadık !

Hak davası davamız; Hak yoluydu yolumuz,

En hoyrat elde bile hiç solmadı gülümüz

Eminiz şeref ile anılacak adımız,

Siyaset ilim dedik; bir şatafat ummadık…

Şimdi gayret günüdür, halkta ümit tükendi,

Sanma bitti bu azim, mücadele tükendi.

Söktük prangaları, zulmün gücü tükendi

Yürüdük hiç durmadan ; istirahat ummadık…

Yaşar Tekeli / Şubat 2003

Categories: Kardeş Notları

Mücadele Birliği – Notlar

July 1, 2008 4 comments

Birkaç konuya dikkat çekmek istedim.
Adımı vererek yayınlamanızda da bir sakınca görmüyorum.

1-Mücadele Birliği, Türkiye’nin yakın tarihinde teşekkül etmiş en halisane teşkilattı. 1977’ye kadar mensubu olduğum Mücadele Birliği, hayatımda gurur duyduğum bir dönem olarak kalmıştır; Mücadeleci olmakla da hala gurur duyuyorum.

2-Birtakım kişilerin hataları yüzünden dağılan teşkilatı sorgulamak, hatalar yüzünden Mücadele Birliği’nden pişmanlık duymak gerçekten büyük haksızlıktır. İlk kopan kuşaktaki ağabeylere (N. T , C.Ç , Ö. Z.B. ) ısrarla sormama rağmen kopuş nedenini bir türlü öğrenemedim. Onların açıklamadıkları gerçeği birkaç yıl sonra bizzat görerek; ilgilileri haddimi de aşarak uyardım. Bütün bunlara rağmen ne teşkilatın, ne de kardeşlerimin bir suçu, bir günahı olduğunu düşünmüyorum. öz kardeşlerimizle paylaşamadığımız maddi-manevi pek çok şeyi Mücadele Birliği içinde paylaştık ve hala iyi ve kötü günlerimizde ilk aklımıza gelen isimler, bu kardeşlerimizdir. Bundan pişmanlık duymak değil; kanaatimce gurur duymak gerekir. En azından ben duyuyorum.

3-Sayın N. E’nin eleştirisini dikkatle okudum. eleştirilerine yer yer katıldığım noktalar olmakla birlikte, kendisini çok sevmeme rağmen katılmadığım noktalar da var. Ayrıca, kendisinin de affına sığınarak Mücadele Birliği’nin dağılmasında kendilerini de sorumlu tutuyorum. Şöyle ki: 1977 baharında Sayın Y. A.A. ağabeyim, Sayın K.Y. ağabeyim ve Sayın N. E. ağabeyimle yaptığımız bayağı uzun bir toplantıda; kendilerine Mücadele Birliği’nin işlevini ve gücünü kaybetmeye başladığını ifade ederek, bunun temel müsebbibinin Sayın A. E. olduğunu; Mecmuada yayınlanacak bir başyazıda Sayın A. E’nin bir müddet dinleneceğinin duyurulmasını ve Anadolu teşkilatlarının buna hazır olduğunu söyledim. Aksi takdirde, teker teker hepsinin de uzaklaştırılacağını hisssettiğimi belirttim. Zikrettiğim bu isimler şahitlik etmeseler ya da unuttularsa da Allah şahittir. Bu konuşma sonunda, çok sevdiğim Y.A.A. ağabeyim bana uzun uzun nasihatlerde buludu, o kadar… Şimdi sorgulanması gereken Mücadele Birliği mi, yoksa N.E,Y.A.A, K.Y. mı? Binlerce kardeşimin hiçbir şeyden haberi bile yokken, her söylenileni ikiletmeden yaparken ve yapmaya da hazırken, merkezdeki bir kişiye sahip çıkılamadığı için bu vebal kimin?

4-Öğrencilik yılları bitmiş, artık yetişkinliğe adımlar atılmaya başlanmıştı… Yani herkei az ya da çok geçinme derdi almıştı. Diğer teşkilatlar kültürel çalışmalar yanında ekonomik örgütlenmelere giderken biz ne yaptık? Bu gerçeği Sayın İ. K.’ye aktardığımda, resmen kendi işime bakmam gerektiği söylendi… Kim suçlu şimdi? Millet Partisi’ne, Bizim Anadolu’ya, Bayrak’a verilen emek ve enerji, ileriye dönük yatırımlara yönlendirilseydi sonuç nasıl olurdu? Kaldı ki, sayın A. E.nin her fırsatta birlikte olduğu Sayın E. Ören, böyle bir teşkilatma örneğini apaçık veriyordu. Bu tür girişmleri aralarında konuşup konuşmadıklarını elbette bilmem mümkün değil ama, yanyana geldiklerinde herhalde Fener-Galatasaray muhabbeti yapmıyorlardı, ya da en azından ben öyle sanıyorum. Bu canı örnek önlerinde dururken, bir çocuğun bile atılmayacağı maceralar atılmak, bütün teşkilatı da arkalarından sürüklemek neyin nesiydi? Burada Mücadele Birliği mi sorgulanmalı, yoksa merkezdeki ağabeylerim mi?

5-Anadolu’dan zar zor temin edilen parayla ne yapıldı? M. E.A.’nın tirajı yok denecek kadar az olan, birkaç tahta sandalye, birkaç da masası olan ve berbat baskısı olan Bizim Anadolu gazetesine ortak olundu… Sanki kendi yayın organımız yoktu… Sanki Yeniden Milli Mücadele Bizim Anadolu’dan daha az prestijliydi… Bu da yetmedi, bir müddet sonra hurdaya çıkacak Yeni Ortam matbaası ve gazetesi satın alındı. Alın size ikinci hata. Günlük bir gazeteyi besleyecek kadar ne yetişmiş kadro, ne sermaye ne de satış gücü… Hem toplanan sermaye, hem de emekler eridi gitti… Bütün bunlar olurken, hata Mücadele Birliğî’de miydi, yoksa ağabeylerimde mi? Aklı selim birisinin bütün bunlara engel olmak aklından geçmedi mi?

6-Başka bir komedi de Millet Partisi… Ahı gitmiş, vahı kalmış ve Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın bile umudunu kestiği partiye girip, tabir yerinde ise “ölüyü diriltmek” kimin fikriydi? Ankara’da bir bina iki telefon sahibi olma adına, bir teşkilat böylesine sonu belli maceraya neden sürüklenir? Bu kadar amatör olunabilir mi? Olundu maalesef… Çünkü Sayın A.E.’ye bizler aracı ile bile ulaşamazken, burda adlarını zikretmeyeceğim -ki teşkilatın dışında olan bu isimleri aşağ yukarı herkes bilir ya da tahmin eder- kişiler Sayın A. E. ile kolkola , koskoca teşkilatı sonu gelmez maceralara sürüklüyorladı. Bu sonu belli maceralar yaşanırken benim sevgili ağabeylerim sadece seyrediyor; istisnasız hepsi “birinci adam” olmayı göze alamıyorlardı. Şimdi kimi sorgulamak lazım?

7- Hadi diyelim ki A.E. kendi kafasınca ve hiç kimseyi dinlemeden teşkilatı angaje ediyordu. Koskoca ağabeylerime Fatih Kanunnamesi’ni buradan mı hatırlatmalıyım? Fert mi, teşkilat mı tercihini yapayanlar mı sorgulanmalı, yoksa Mücadele Birliği mi?

8-Çalışamanızdaki iyi niyetten kat’iyyen şüphem yok. Ama birtakım yayınlardan söz ederken PINAR, GERÇEK gibi degilerden, üzerinde çalışmalar yapılan kitaplardan neden söz edilmediğini merak ettim. Kaldı ki, anadolu teşkilatlarının zaman zaman yayınladıkları bir yığın dergi de var. Eğer bir araştırma konusu ise çalışmanız, bu eksiklerle kadük kalır.

9- Gene sitenizde “Çeşitli Bağlantılar” adı altında verdiklerinizin yanında başka bağlantılar da yok mu? Mesela Araştırma ve Kültür Vakfı, Pınar Yayınları, Umran Dergisi neden alınmamış? Tüm kalbimle unutulmaktan kaynaklanan bir ihmal olmasını diliyorum.

10- Burada izinleri olmadan adlarını zikretmeyi ahlaki bulmadığım ve kendilerini üzeceğimi tahmin ettiğim değerli ağabeylerimin sadece adlarının baş harflerini rumuz halinde bilinçli olarak yazdım. Mücadele Birliği ile ilgilenen herkes, bu rumuzların kimlere ait olduğunu gayet iyi bilecektir.

Çalışmalarınızda başarılar diliyor, bu vesile ile ilgili sitenizi ziyaret edecek tanıdığım-tanımadığım Mücadele Birliği eski mensubu kardeşlerimi hasretle kucaklıyor, kendileri ile hala övünç duyuyorum. İyi ki Mücadele Birliği vardı. İyi ki mücadeleci kardeşlerimle birçok şeyi paylaşma mutluluğunu tattım.

Allah’a emanet olunuz.

Tahir YÜKSEL

Categories: Kardeş Notları

YMM Hakkında Birkaç Söz – Notlar

December 19, 2007 10 comments

(İlk Not: Mücadeleci kardeşimiz dağılma sebepleri bölümündeki tespitleri yüzünden hiç kimsenin rencide olmasını istemediğini, rencide olanlardan HELALLİK İSTEDİĞİNİ özellikle belirtiyor.)

Bu konuda yazacak o kadar çok şey var ki. Herşeyden önce Yeniden Milli Mücadele bu devletin ve milletin yolundan saptırılma hareketine karşı oluşmuş maddi-manevi bir savunma hattıydı. Bu oluşumun en üst lider kadrosunu tanımaktan, içinde yaşamış olmaktan o kadar mutluyum ki Allah’a binlerce kez şükranlarımı sunuyorum.O dönemdeki eğitimim nedeniyle hizmet kadrosunda bulunamadım ama, o kokuyu, lezzeti içinde yaşayarak tattım. Hem de 15 yaşımdan 22 yaşıma kadar. Yeniden Milli Mücadele olmasaydı inanın bugün AKP olmazdı, MHP olmazdı, DYP olmazdı. Evet çok iddialı bir söz ama bu partilerin tabanını oluşturan halkı milli meseleler hakkında eğiten, uyaran onlardı. Herkes kabiliyeti oranında faydalandı. Niçin dağıldı sorusunun cevabı sitenizde yazılan yazıların içinde de var. Bence enaniyet, lider kabiliyetsizliği, istişare eksikliği, vefasızlık, lükse kaçma, derin devlet vb. Hepsi olabilir. Özellikle derin devlet daha yakın bir ihtimal geliyor. Bence kuruluş aşamasında değil ama daha sonra derin devlet bir şekilde nüfuz etti. Çünkü hareket o kadar hızlı ve kuvvetli gelişme gösteriyordu ki, ileride kontrol edilemez seviyeye geleceğini gören devlet içerisine sızmış GAYRI MİLLİ UNSURLAR devreye girerek oluşumu dağıttılar. Lider kadrodaki insanların bir kısmının zaafiyetleri tespit edilerek kullanıldı. Tabi özellikle lider kadro bunu göremedi ve çözülme de önlenemedi. Allah bilir, İslam’a hizmet adına belki kişilerin samimiyetleri yetersiz kaldı. YMM bir efsane olarak tarihteki yerini aldı.

Ancak şu var ki, abilerin dediği gibi çözülme nedenleri açıklıkla ve akademik usülle irdelenip, YENİ KUŞAKLARA AKTARILMALI

Herkese saygılar sunarım.

Categories: Kardeş Notları

Kucaklaşma Zamanı – Notlar

November 23, 2007 7 comments

Bir avuç gençtik.

Gücümüz az, sayımız az, tecrübemiz azdı.

Fakat ızdırabımız büyüktü.

Birikimi ve misyonu büyük bir milletin köleleştirilmesine karşı baş kaldırmış asil yüzlerdik.

Melek tabiatlı bir kuşaktık ve sevdamızı sıktığımız her ele, baktığımız her göze ve bastığımız her toprağa nakleden bir gönül ordusuyduk. Aramıza dünya giremezdi, kavga giremezdi ve ihanet…

Soframız her gün bereketlenen bir “Hendek sofrası”; duamız, milletimiz için “Yunus’un duası”ydı. Rahmet yağsın diliyorduk istikbale ve Rahmet peygamberinin yoluna serilmiş Yavuz’lardık.

Hatırlarmısınız o günleri ki milletimiz yetimdi. Devletimiz aciz ve meydanlar işgaldeydi.

O gün kimdi Hak ve millet davasını omuzlayan yiğitler? Kimlerdi”Kıbrıs,Kudüs,Türkistan” diye hıçkıran nefesler? Ve kimdi “Fatih’in torunları mı geliyor” dedirten kuşak? Sizdiniz ve siz “Milletim Uyan”,diyordunuz,değil mi?

Anadolu’yu gergef gergef dokuyan bir aşkla iman tazeletenler kimdi?

Aşkın ve ilmin ikliminde yetişen nesilde ellerinizin izini görmüyor musunuz?

Görmüyor musunuz ümit verip hamiyetinizi esirgediğiniz bir millet, nasıl inim inim inliyor?

Ürpermiyor musunuz? Hürriyetlerinden olmuş bir neslin elleri yakanızda! Hissetmiyor musunuz?

Siz “tek yumruk” olmuşken meydan boşalıyordu. Siz varken Güneydoğu’da PKK olamazdı. Siz varken üniversitede komünizm kar gibi erirdi karşınızda.

Sizin adım attığınız sahada bir inkılap yaşanırdı. Siz korudunuz imam hatipleri, siz korudunuz kültürümüzü ve siz yaptınız en zor şartlarda “Millet müdafaası”nı!

Sizdiniz devletle milleti kucaklaştıran.

Sizdiniz Kerkük’le ağlayan, sizdiniz Halepçe’yi anlatan!

“Vatan Bölme Faaliyetleri”ni siz anlattınız, Çanakkale’yi anmayı, Fethi kutlamayı siz öğrettiniz. Memleketi mektep yapan sizdiniz.

Zayıf omuzlarınızda inancın ve mücadelenin bereketiyle yeni bir devir yükselttiniz.

Ya şimdi omuzlarınızdaki devasa yükü hissediyor musunuz.

Layık olmayan ellerde kaybolan değerler sizin değil mi? Kaybeden siz değil misiniz, çocuklarınız değil mi, özgürlüğünü?

Yıkılan ümitler kimin? Yakılan yürekler sizden değil mi? Ateşlere atılan sizin ciğeriniz değil mi? Yok olan, kaybolan gelecek çocuklarınızın olmayacak mı?

Ve siz neredesiniz? Ateşe sürülen körükte rüzgar olamazsınız.

Milletin hak ve özgürlüklerini gaspedenlere yoldaş olamazsınız. Ve asla bu hale göz yumamazsınız.

Ölü veya felç bir uzvun duygusuzluğu içinde yatamazsınız.

Zalimlerle beraber masumları da yakacak bir fitneye fırsat verici gamsızlığın timsali hiç olamazsınız.

Siz hamasetin değil haysiyetin adısınız.

Siz teekkülün değil tevekkülün;
tekebbürün değil tefekkürün ehlisiniz.

Siz; Türk milletinin varlık ve beka davasına adanmış, yeni bir medeniyetin yılmaz takipçileri olarak; modern çağda idealist insanın destanını yaşamış kahramanlarsınız.

Milletimizin iflah olmaz düşmanlarının yüzyıllardır yürüttüğü yozlaştırma, çürütme ve yok etme mücadelesi karşısında; özel hayatından cansiperane bir yiğitlikle feragat etmiş ve milli kültürümüz adına aşılmaz barajlar kurabilmiş ilim-irfan ordusu ve mütecessisi sizlersiniz.

Siz Yeniden Milli Mücadele çizgisinin onurlu, isabetli ve lekesiz, aydın ve kahraman alperenlerisiniz.

Öyleyse neydi ayıran şey bizleri?

Neydi aşamayacağımız engel?

Neydi paylaşamadığımız ya da neydi bizi bir çatı altına sığdırtamayan?

Bundan sonra, hedefleri ve inançları dışında her şeyi değiştirebilme iradesini gösterebilecek esneklikte, açılımda bir bünyenin değişen şartlara adaptasyonunda veya insanlarını kuşatma kabiliyetinde ne problem yaşanabilir?

Peki, ideallerimizin önünde olan şey nedir? Bugün artık, koca bir “hiç!” olduğu ortadadır.

Mücadele devam ediyor.

İstismara kapı aralamadan, kolaycılığa ve parsacılığa fırsat vermeden, çatışmanın adresi olmadan, milletine sadakatten ve meşruiyetten asla ayrılmadan kalıcı, örnek alınan ve takdir edilen vakur çizgisiyle; halisâne, hamiyetperver ve fedakarca yürüyor.

Bütün engellemeler, önlemler, düşmanlıklar ve yanıltmalara rağmen hiçbir kara leke almadan Milli birliğin meftunu ve sevdalısı olarak ölçülü çizgisini sürdürüyor.

Ne kınayıcının kınamasına ne aldatıcının yalanlarına, ne yönlendirmelere ne abartılara fırsat vermeden bu şanlı hizmeti omuzlamaya devam eden yiğit fikir ve inanç erlerinin, dava adamlarının olduğu kadar; bu dava sizin ve Milliyetçi-mukaddesatçı her bir vatan evladının da öz, asil ve asıl davası değil mi?

Nefsimizi ve karşımızdakinin nefsini incitecek her türlü eski meseleyi unutmaya ve yeniden kucaklaşmaya hazır mıyız?

İnancımızın emri bu iken, bizi bundan alıkoyan kör olası nefislerimiz değilse nedir?

Bu, Yeniden Milli Mücadele için yeniden birlik ve kardeşlik çağrısıdır.

Gelin devletimiz, milletimiz ve geleceğimiz için tek yumruk olalım. Ve Türkiye’yi tek yumruk kılacak iradede bütünleşelim.

Türk milletinin din, töre, düşünce, çıkar ve ideallerine bağlı; geçmişin tüm doğrularının varisi, gelişmeci, özgürlükçü, çoğulcu, ilerlemeci, sivil, aydın, meşruiyetçi, birlikçi nitelikleriyle bir milli oluşumun çatısında buluşalım. Ve milletimize bu mutlu ümit mesajını verelim:

Biz geliyoruz, gözünüz aydın! Ve biz;
Millet’iz.

Categories: Kardeş Notları